Dünya’nın En Büyük Donanması Donanma-yı Hümâyûn
Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok liman şehrinde tersanesi vardı. Ama en büyüğü olan ve şöhreti dünyayı kaplayan Haliç üzerindeki İstanbul Tersanesi’ydi. Bu tersanenin dünyada eşi yoktu. Hiç bir tersane burası kadar gemi kızaklayamaz, işçi çalıştıramazdı. Akla gelebilecek her türlü sanat erbabı mevcuttu. İşçilerin çoğu hristiyan esirlerdi. Ama bedava değil, ücretle çalıştırılırlardı. Ücretlerini biriktirenler değerlerini öderler, hür olur, memleketlerine dönerlerdi. Ustaların ve mühendislerin hepsi Türk’tü. Tersanede çalışanların sayısı yaklaşık 20.000’di. İstenildiği an, bir yıl içinde, Venedik donanmasının bir eşini inşa etmek ve donatmak mümkündü. Denizci bir ülke olan Venedik bile, Osmanlı İmparatorluğu ile barış halinde olduğu zamanlarda bu tersaneye kadırga ısmarlardı.
Barbaros’un vekili Hasan Reis’in Cezayir’i almak için gelen Haçlı Kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra Padişah’a sunulmak üzere gönderdiği hediyeleri getiren leventlerin bir kısmı İstanbul’a ilk kez gelmişlerdi. Çoğu Anadolu’nun küçük köylerinden Cezayir’e gittiklerinden İstanbul’u büyük bir şaşkınlık, heyecan ve hayranlıkla gezmişlerdi. Tersane-i Hümayun’da yaklaşık 20.000 kişinin 100’e yakın gemiyi inşa etmek için hep birlikte karınca gibi çalıştıklarını görünce, hayretlerinden dilleri tutuldu ve bu derece kudretli bir devletin tebası oldukları için Allah’a şükrettiler.
Türk Denizciliği, özellikle 16’ncı yüzyılda zirveye ulaşan bu göz kamaştırıcı başarısını; üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, inançlı ve üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur.
Osmanlılar, kadırgaları, barçaları, pergendeleri, baştardeleri ile mavi enginliklerde dolaşan usta denizcileri, ünlü haritacıları, gök bilimcileri ve savaş kahramanları ile tarih yazmış ve dünya denizcilik tarihine tartışmasız olarak damgalarını vurmuşlardır.
17. yüzyılda Adalar Denizi’ne açılan Osmanlı Gemileri hakkında ise Evliya Çelebi şu bilgileri vermektedir:
“Nuh-i Neci çağından beri böyle gemiler yapılmamıştır. 3 ayda tamamlanıp gövdeleri denize inince san deniz üzere birer dağ gibi dururlardı. Mavunalar 70 oturak olup, 140 adet cenaheyn vardır.
Sağ ve soldaki küreklerinde sekizer forsa, her birinde bir gemici ve 1.000 silahlı yarar asker vardı. Sözün kısası ilk yaz oluncaya dek İstanbul Tersanesi’nde 200 baştarda, kadırga, kalite, kanca kıçlı forsa kadırgalar alesta olup demir bağlamışlardı. Her birine üçer kat mühimmat, donatım ve levendleri verildi.
70 derya beyinin birer ve ikişer yedekleriyle 100 parça çektiri alesta ve su üstü olup müsellah ve mükemmel derya kuşu gemiler ile 12 Cezayir kadırgası, 12 Tunus, 12 Trablus ve 6 Mısır İskenderiye’si, 6’şar Reşid ile Dimyat, 6 Kıbrıs, 6 Rodos, 6 İstanköy, Sakız, Limni, Midilli, 6 da Mora kadırgası birer birer İstanbul’a gelip Tersane-i Âmire’de cümle 500 parça kadırga toplanmış oldu. Her birinde 500 levent, 500 gemici vardır. Her birine ikişer bin asker konup hazır beklemekte idiler.”