Ebulgazi Bahadır Han

Ebulgazi Bahadır Han, 1603 yılının 12 Ağustos’unda (H. 1012) Ürgenç’te doğdu. Ailesi Özbek (Şeybanîler) sülalesindendir. Han oğlu olarak her alanda eğitim gördü. Babası Arap Muhammed Han 1602-1623 yıllarında Hive’de hanlık yapmıştır. Annesi Mihribanu Hanım, Can Gazi Sultan’ın kızıydı. Ebulgazi altı yaşındayken annesi vefat eder. Kardeşleri Habeş ve İlbars, annelerinin aşireti Naymanlarla bir olup babalarına başkaldırdılar. Arap Muhammed Han, oğullarım affederek, bunun taht için bir mücadele olduğu düşüncesiyle onlara Vezir şehrini verdi. 1616 yılında 13 yaşındayken Ebulgazi taht kavgalarına karıştı. 1621 yılında yine baba ile oğulların arası bozuldu. Arap Muhammed Han, büyük oğlu İsfendiyar ve Ebulgazi bir tarafta, Habeş ve İlbars Sultanlar diğer tarafta olduğu halde savaş başladı. Arap Muhammed Han esir alındı ve gözüne mil çekildi. Ebulgazi önce Kafa, sonra Buhara’ya İmam Kulı Han’ın sarayına kaçtı. İsfendiyar ise İsfahan’da Şah Abbas’a sığındı ve ondan yardım alarak 1623’te Hive tahtını ele geçirdi. Ebulgazi ağabeyinin yanına geldi ve İsfendiyar, ona Ürgenç’i verdi. Ama dört yıl sonra kardeşlerin arası açıldı, Ebulgazi, Yesi taraflarına İşim Han yanına kaçtı. Sonra Taşkent’e ve Buhara’ya gitti. Harezm’e teklif edilmesinin üstüne 1630 yılında İsfendiyar Hive’yi ona verdi. Ancak birkaç ay sonra Ebulgazi’yi ayaklanmayla suçlayarak yakalatıp İran’a, Şah I. Safi’nin (1629-1642) yanına sürgüne gönderdi. Ebulgazi on yıl İran’da sürgünde kaldı. 1639’da sürgünden kaçtı, Balhan’da Teke Türkmenlerinin yanına sığındı. 1643 yılında oradaki halk onu han yaptı. 1644’te Ebulgazi bütün düşmanlarını yenerek Harezm tahtını ele geçirdi.

Ebulgazi’nin 1646-1664 yılları arasındaki hanlık devri, komşu devletlerle savaşarak geçti. 1664’te ağır bir hastalığa yakalanarak vefat etti. Altmış yıl yaşadı. Kendisinden sonra yerine oğlu Enuşe Han tahta geçti ve on yıl hanlık yaptı.

Ebulgazi hanlık devrinde Harezm’de bilim ve medeniyetin ilerlemesi için çok hizmet etti. Kendi de şiirler, tarih kitapları, tıp kitapları yazdı. Bugün onun üç eseri bütün dünyaya malumdur. Bu eserler yüz yıllardır araştırılıp, yayımlanmış, bir çok dile tercüme edilerek gelmiştir. Tıpla ilgili “Menâfiül-însân” adlı eseri 105 bölümden ibarettir; hastalıkları tedavi yolları, ilaçları hazırlama, yararlanma yöntemleri gösterilmiştir. Türk tarihiyle ilgili “Şecere-i Türk” ve “Şecere-i Terakime” eserleri ise dünya çapında bilinir. Bu iki eser, sadece tarih bilgileri kitabı değil, eski Türklerin tarihi, Oğuz Kağan’dan hatta Adem Peygamber’den itibaren Türk tarihi, efsaneler ve hikâyeler yoluyla verilmesi açısından edebî eser olarak değerlendirmenin mümkün olduğu çok değerli yadigârlardır. Bu yüzden de bu eserlerden örnekleri bu antolojiye almayı uygun bulduk.

Ebulgazi’nin iki tarihî eseri de Rabguzî’nin kısası, Nevayî’nin tarihî eserleri, Babür’ün “Vehayî” si, Paşa Hoca’nın “Miftâhü’1-Adl” ve “Gülzâr” gibi eserleriyle birlikte bugünkü Özbek nesrinin klasik örnekleri kabul edilir.

Ebulgazi “Şecere-i Tarakîme” eserini H. 1071 (M. 1660) tarihinde yazdı. Eski “Oğuzname’lerdeki, başka tarihlerdeki önemli bilgileri toplayıp, Türkmenlerin ve genel Türk eline ait vakıaları kitaplaştırdı. Onda eski Türkler, Oğuz ve oğulları, Dede Korkut ve diğer Türk büyükleri, tanınmış kişileri hakkında bilgiler vardır. Boyların ortaya çıkışı, kendine has bilgileri, efsaneleri, gelenekleri var. “Şecere-i Türk”te ise bu genel tarihi devam ettirdi. Kendi zamanına kadar olan olayları, kendi başından geçen ağır, roman olacak kadar ilgi çekici ve tehlikeli tarihleri anlattı. Eserde memleketler, şahlar, şecerelerin tarihiyle birlikte Celaleddin, Timur Melik, Ali Sultan, Sevinç Han ve Özbek sultanları, Harezm’de, Hive’de tahta geçen hanların tarihi de önemle ve ilgi çekici olarak anlatılmıştır. Bazı bilginler, Ebulgazi’nin bu iki eseri 13-16. asırlardaki eski Özbek Türkçesiyle yazdığını söylediler. Ebulgazi’nin kendisi: “Türkî dil bilen ayttum. Türkîni hem andak aytupmen kim beş yaşar oğlan tüşünür.” der “Şecere-i Terakime”de.

Her iki eser de Harezm’de, sonra da Kazan’da eski yazıyla birkaç kez basılmıştır. Rusça’ya, Fransızca’ya, Almanca’ya tercüme edilmiştir. Türkiye’de de basılmıştır. “Şecere-i Türk” 1992 yılında Taşkent’te “Çolpan” yayınları arasında yüz bin adet yayımlanmıştır. Araştırmacı bilgin Halim Hu-daynazarov’un “Şecere-i Türk” ve onun örgenüişi” (Okıtuvçı Neşriyatı, Taşkent, 1993) adlı ilmî araştırması yayımlandı. Eserde Ebulgazi’nin eserindeki tarihî muhit, medeniyet tesiri, tarihî olaylar ve bunların tasviri, tarihi şahısların tasviri, halk hayatı ve örf-âdetler, tabiat tasvirleri, eserin üslubu, folklorik özellikler geniş olarak incelenmiştir.
Bizim, “Şecere-i Türk”teki önemli ve değerli ta-rafları ayrıntılarıyla söylemeye imkanımız yok, zaten bu eser bilinmektedir. Ancak bir iki örnekle yetineceğiz. Ebulgazi, sürgün hayatını ve kaçışını şöyle anlatır: “Irak’ta îsfehan şehrinde on yıl kaldım. Onbirinci yıl, yanımdaki üç kişiye söyledim: Artık kaçıyorum. Sizler de yoldaş olun. Öyle yapalım dediler. Yemek için verilmiş berat vardı. Bunun bin tengelik kısmını beni saklayan kızılbaşa verdim. “Bunu çabuk satıp, kendin için bir cariye satın al; eğer sabaha kadar gelirse, verirsin; gelmezse senindir.” O berata gitti. Sabahleyin gidip at pazarından sekiz at aldım. Tek tek getirip avluda görünmeyecek yerlere sakladım. Herkes yattıktan sonra hepsini eğerledim. İçimizde Farsça ve Türkçe bilen biri vardı. Onu beğ yaptım. Bir yiğidi desturhancı yaptım, bir yiğidi hizmetkâr kılığına soktum. Kendim de at bakan seyis oldum. Ondan sonra birbirimizin sakalını kestik. Sonra atlan bir bir dışarı çıkardık. Büyük şehirlerde gece yansı olunca nekkâre çalarlar. O anda nekkârehanede nekkâreye vurmaya başladılar. Atlanıp yürüyüverdim. Kapıya yaklaşınca, şıltır şıltır yapıp kapının kilidini açtı. Kapıyı iki tarafa çekti. Çıkıp gittim…” (Ebulgazi, “Şecere-i Türk”, Taşkent, 1992,175-176. s.)

Ebulgazi bu eserinde atasözlerinden de faydalanır. Mesela; “Öksük öz kindigin özi keser”, “Atang ivin yav çapsa, birge çap”, “İt semirse igesini kapar” gibi. Yine Ebulgazi eski destanlarımızın üslubundan da yararlanır, seci tarzından: “Mengli Han takı bir nece yıllar et yip kımız içip… ayday, kündey suluvlarnı kuçıp sımbaday yorgalarm minip, köngli tigen yirlerge uçup ol dünyaga kitdi” gibi.

Dili bugün de anlamaya, millî dili yüceltmekte faydalanmaya yarar. Bugün de can, ceset diyoruz. Ebulgazi de, “can” Arapça, Tacik “huş” der, Özbek “tin”, Moğol “amin” der, diye anlatır. Örf-âdetler de çokça tasvir edilir: “Sol, Moğol resmiyetinde yücedir, Yürek solda… aziz misafiri solda oturturlar” gibi (114- 115.s.) Ebulgazi’nin hayatı ve eserleri Türkistan’ın par-çalanması ve düzen değiştirmesi sonucunda yeterince araştırılamadı. 1990’lı yıllardan itibaren yeniden incelenmeye başladı. Gazete ve dergilerde makaleler yayımlandı. “Şecere-i Türk” basıldı. Meşhur Özbek şairi ve romancısı Erkin Semender, Ebulgazi Bahadır Han hakkında roman yazdı. Bunlar elbette devam edecek. Bu antolojiye Taşkent’te 1992’de basılan “Şecere-i Türk” eserinin 32-35 ve 108-109. sayfalarından alınan bölümler verildi.

Bir Cevap Yazın